Derek Cianfrance’ın 2010 yapımı Blue Valentine filmi, izlerken hem çok tanıdık hem de tüyleri diken diken eden bir deneyim yaşatıyor. Bir aşkın doğuşu ile çöküşünü paralel kurguyla izlerken, aslında hepimizin hayatına dair kesitleri görmek mümkün. Ama filmle ilgili temel mesele, izleyiciyi kimin yanında konumlandırdığı ve hangi tarafı "mağdur" ya da "günahkar" ilan ettiğidir.
Cindy karakterine film boyunca yapılan muamele beni en çok rahatsız eden şeylerden biri oldu. Oysa Cindy, ne hamileliği Dean’e yamayan çaresiz bir kadın, ne de intikamcı bir hesapçı. Onu hamile bırakan eski sevgilisi çiçeklerle geldiğinde sırtını dönmesi, adamın numaralarına kanmaması ve kürtaj kararını Dean’den tek bir güvence almadan kendi başına vermesi bile aslında karakterini özetliyor: kararlı, bağımsız, ama kırılgan bir kadın.
Cindy’nin Dean’e yönelimi bana kalırsa bir "durum psikolojisi"nin sonucu. Aşk ya da sevgiyle gelen bir "yeni başlangıç" umudu. Tıp öğrencisi olarak kendisine biçilen "gelecek"ten bir anlığına sıyrılıp, karnındaki bebekle başka bir hayata tutunma denemesi. Bunu fırsatçılıkla açıklamak kolaycılık olur...
Burada aklıma 500 Days of Summer geliyor. Orada da Summer karakteri, erkekler tarafından "kalpsiz" diye yaftalanmıştı. Oysa tek yaptığı, ilişkiyi kendi istediği şekilde yaşamak ve bittiğini kabul etmekti. Cindy de benzer biçimde, bir kadın olarak kendi iradesini ortaya koyduğu için kolayca "günah keçisi" ilan ediliyor. Arkadaşlar ilişkiler yaşanıp bitebilir, bu kadar abartmayın yahu bir tarafın kötü olmasına gerek yok.
Dean ise tam anlamıyla bir "jerk!" Filmde de söylendiği gibi derinlikli bir ahmak. Cindy’nin krizini fırsata çevirip "aileni ben kurarım" diyerek aslında kısa vadeli bir ilişkiyi sonsuzmuş gibi bağlamaya çalışan, sonrasında da "sana ve kızımıza iyi babalık yaptım" rolünü sürekli yüzüne vuran bir adam. Kendi aşağılık kompleksini Cindy üzerinde bir baskı unsuruna dönüştürdükçe, kadının tiksintiyle uzaklaşması kaçınılmaz hale geliyor. Otel odasındaki şiddet sınırında dolaşan sahne, bu ilişkinin çıkmazını en çıplak haliyle gösteriyor.
Dean’in sevgisi sahici olabilir, evet. Ama bir evliliğin sürmesi için sadece "çok seviyor olmak" yeter mi? Gerçek hayatta da görüyoruz: bazen kadın çok sever ama erkek gitmek ister; bazen de erkek çok sever ama kadın boğuluyordur. Sevgi, doğru kelimeler ve sağlıklı iletişim yoksa tek başına kurtarıcı değildir.
Blue Valentine’ın en sorunlu yanı, hikayeyi tarafsız anlatmaması. Dean’in yanında duran bir kamera var. Cindy’nin geçmişini (kaç erkekle birlikte olduğu, genç yaşta ilişkiler yaşamış olması) ısrarla önümüze koyuyor film. Bunun seyirciye katkısı ne? Kadının "neden mutsuz olduğuna" açıklama getirmek yerine, sadece onu yargılatmaya hizmet ediyor.
Bu bakış bana Revolutionary Road’u hatırlatıyor. Kate Winslet’in karakteri Frank’e haykırırken şöyle diyordu:
"You’re just some boy who made me laugh at a party once, and now I loathe the sight of you."
İşte Cindy’nin yıllar sonra Dean’e bakarken hissettiği öfke ve tiksinti de bundan farklı değil.
Oteldeki "bana vur" sahnesi, kadın psikolojisini ucubeleştiren sistemin kısa bir özeti gibi. Dean’in "sana vurmayacağım" diyerek kahramanlaştırılmasıysa mide bulandırıcı. Film, Cindy’nin soğukluğunu, uzaklaşmasını bir çeşit "nankörlük" gibi gösteriyor...
Filmin övülecek tek yanı var: gerçekçi oluşu. Cindy’nin
"You know we rarely sit down and have an adult conversation…"
diyerek ifade ettiği iletişimsizlik, çiftlerin hayatını en çok kemiren şeylerden biri. Sevgi, tutku, bağlılık… hepsi bir yere kadar. Ama konuşacak ortak bir dil kalmadığında aşk da duman gibi dağılır.
Burada Before Midnight’a atıf yapmadan geçemem. Jesse ve Celine’in uzun tartışmaları, yetişkin bir ilişkinin ne kadar kırılgan olabileceğini gösteriyor. Orada karakterler konuşmaya çalışıyor ama her cümle başka bir yarayı kaşıyor. Blue Valentine’da ise konuşma girişimleri daha baştan çarpıtılıyor.
Celine’in Jesse’ye isyanını hatırlayın:
"If you want true love, then this is it. This is real life. It’s not perfect but it’s real."
Blue Valentine’da bu "gerçek" hiç kurulamadığı için, aşk zaten baştan ölmeye mahkumdu.
Hani kadınlara nasihat ederler ya: "evlilikte erkek daha çok sevmeli" diye. İşte bu film bunun ne kadar boş bir klişe olduğunu gösteriyor. Merhametle, çaresizlikle ya da fırsatla kurulan birliktelikler, sonunda tiksinti üretir. Aşk, "o beni daha çok seviyor yea" denilerek yaşanacak bir şey değildir.
Kendime Notlar
- Bir ilişkiyi "çok sevgi" değil, "doğru iletişim" ayakta tutuyor. Sevgi tek başına yeterli değil.
- "Erkek daha çok sevmeli" klişesi kocaman bir yalan. Sevgi eşit olmadığında bir taraf boğuluyor, diğer taraf sürükleniyor.
- Çocuğa, aileye ya da hatıralara tutunmak, bitmiş bir sevgiyi geri getirmiyor.
- İlişkide "yetişkin gibi konuşamamak" en büyük alarm zili. Bunu görmezden gelmek, sonu baştan belli bir oyuna devam etmek oluyor.
Blue Valentine bir aşk filmi değil. Mutlu son vadeden romantiklerden hiç değil. Daha çok, aşkın nasıl yavaş yavaş öldüğünü, bir evliliğin nasıl tükenişe sürüklendiğini gösteren bir film. İletişimsizliği, beklentileri, doyumsuzluğu ve patolojik sevgi bağımlılığını çok çıplak bir şekilde yansıtıyor.
Ve evet, film belki de erkek seyircilerin çoğuna Dean’in mağduriyeti üzerinden duygusal alan açıyor. Kadın seyirciye ise Cindy’nin uzaklaşma hakkını hatırlatıyor. Ama ne tarafta durursak duralım, çıkardığımız ders aynı: aşk sonsuza dek sürmez. Tutunacak bir şey yoksa, bırakmak bazen en doğru olanıdır. Dayanamayıp yine biraz tutkuma döndüm galiba ama bana kalırsa film sıkıcıydı, eh işte izlenmese de olur zaten klasik şeyler sadece beni dumur eden şey ve esas beni yazmaya iten şey "Kadın" "Erkek" rollerine göre bakış açısı olması.. Bir tarafın kötülenmesi... Önce insan'dır as'lolan. Bu tarz konuları işleyen filmler yerine daha çok Ingmar Bergman'ın Scenes of a Marriage tarzı Autumn Sonata tarzı ilişki analizlerini ve gel-gitlerini inceleyen filmler çok daha fazlasını önünüze seriyor. Yeni senaristler galiba geçmişi araştırıp onlardan bir şeyler öğrenmekte çok üşengeç. Onlar da haklı nasıl olsa zırt pırt film çekiliyor her türlü para ediyor. Yaz gitsin..