Kağan

Geri

Uzun Hikaye: Babamın Gölgesinde, Kendi Yolculuğum

Blog 18 Ağustos 2025
 “Hayat, bazen bir tren rayı gibi… Hep ileri gidiyor ama arkada bıraktıklarımızı özlemekten de geri kalmıyoruz.” 

Osman Sınav’ın yapımlarını genelde birbirinin tekrarı olarak görür, siyasi duruşunu da kaypak bulduğumdan çok sevmezdim. Ama çocukluğumda “Süper Baba” gibi bir diziyi hayatıma soktuğu için kendisine borçluyum. O diziyi defalarca izler, en güzel bölümlerine dönüp dururdum. Belki de bizim kuşağa özel bir bağ kurduğu için hala hatırladıkça gülümsetir, televizyonda rastlayınca oturup seyrettirir. Nostaljik bir tat gibi… Bir de “Ekmek Teknesi” var, ama o başka bir yazının konusu olsun.  Osman Sınav’ın sinemasına uzaklaşalı çok olmuştu. Fakat bu filmi, değer verdiğim birinin tavsiyesiyle izlemek istedim ve iyi ki de izlemişim. 

Öncelikle devletin iktidar kuvvetini arkasına alan birçok şerefsiz bize hiç yabancı gelmedi ama lakabı sosyalist Ali ve oğlu deli Mustafa'ya her gün rastlayamıyoruz, özlemişiz böyle iyi adamları. Amaaaaa. Oğlanın yaptığı her çapkınlığa 'vaayytt koççum benim aslan parçası' diyip durması yapmacıktı be arkadaş! Tam anlamıyla politik bir film olmasa da alt metin ve yararlanılan tarihi olgular izleyiciye, filmin ve senaryonun üzerine kurulduğu eserin bir derdi olduğunu sezdiriyor. Beğenmeyenlerin neden beğenmediklerini bildiğim bir film.
Kötü oyunculuklar, bilinen senaryolar filan diyorlar.
Beğenmeyenler o kadar yabancı kalmışlar ki topluma, insanımızdan o kadar uzakta yaşıyorlar ki, neden böyle bir filmi el üstünde tutmak gerektiğinin dahi uzağında yaşıyorlar, bu, hakikaten çok yazık bir durum. Kitabı okumadan, filmi izlemeden konuşanların boş boş konuştuklarını okudukça yazıklar olsun dedim.
Hiç mi aşka inancınız yok, hiç mi samimiyet dolu bir dünya tasavvur edemiyorsunuz?
Hiç mi adalet dolu bir adamın hikayesinde kendi dünyalarınıza ait bir duygu, bir heyecan bulamıyorsunuz??
Sahi siz hangi dünyada yaşıyorsunuz? Sevgi üzerine yaratılan bir dünyada, aşkın ne olduğunu anlatan bir filmdeki duyguları, bakış açılarını anlayamayan bir güruha yazmaya gerek yok elbette ama hiçbir zaman uzun bir hikayeniz olmayacak sizlerin. Kısa kısa hikayelerde yaşaya yaşaya öleceksiniz. Budur sizin tercihiniz ve kaderiniz.

Neyse, sakin olalım..

Bazen bir film izlersin, sadece karakterleri değil, kendini de seyredersin. "Uzun Hikaye"yi izlerken sadece bir film seyretmedim; aynı zamanda kendi hayatımın bazı sayfalarını yeniden okudum. Osman Sınav’ın, Mustafa Kutlu’nun eserinden uyarladığı bu film, bir baba ve oğulun yolculuğunu anlatıyor. Ama aslında hepimizin içinde bir yolculuk var: Bize hayatı öğretenlerle çıktığımız, bazen yarım kalan, bazen de içimizde devam eden bir yolculuk… 

Film başladı, kara tren bir gurbet şiirinin ilk dizesi gibi perdeyi doldurdu ve ben onun buharının içinden başka bir dünyaya geçtim. O dakika nemlendi gözlerim çünkü çoktan unuttuğum başka bir dünyayı hatırladım; aşkın, merhametin, iyiliğin, adalet arayışının dünyasını. Kendimi Ali'nin gözlerinde buluverdim, gözlerinin içi hep gülen adamın destanıyla aktım gittim. Aslında çoklu zaman dilimini anlatan filmleri pek sevmem. Çünkü iki saat içerisinde bunların sığdırılması birçok noktayı havada bırakıyor. Nitekim bu filmde de havada kalan birçok unsur var. Özellikle sonu biraz aceleye gelmiş gibi gözüküyor.

Mustafa'nın lakabı "Sosyalist Ali" olan babası ile lepiska saçlı annesinin tanışma öyküsünü dinlerkenki hallerine dalmış mutlu mesut filmi seyrederken Tuğçe Kazaz'ın "uslu dur e mi, döncez biz" sözleriyle biraz ağladığım gerçek. Hastaneye yetişmesi gerektiği an'da veya en sevdiğinin cenazesine yıkılmış bir halde giderken bile "uslu durun. kimseyi üzmeyin. akşama döneriz." diye bizi tembihleyen ve meraklı gözlerle sorduğumuz sorulara cevap veren babam aklıma geldi. Tahminen sefil zihinlerimiz bir süre sonra kirlenecek, dikkat etmezsek kalplerimiz islenecek.

Münire'nin ayakkabılarını tamir etme sahnesi ise çocukluğumda yaşadığım bir sahneydi, ( babam tamir edilemez denilen her şeyi tamir edip "eskisinden iyi oldu" derdi ) burnumun direği sızladı...en sevdiğim oyuncakları anneme bugün sorduklarında bile tornavida ve sökülecek eşyalar olduğunu söylemesi beni kim olduğumu hatırlamaya kadar götürüyor.

Ayakkabılar eskir be Ali’m, her şey eskir. Bak sen hala sevdiğim adamsın, sen eskime.

Kenan İmirzalioğlu’nun canlandırdığı baba karakteri, adalet duygusu uğruna sürekli yer değiştiren, hiçbir yere tam anlamıyla kök salamayan bir figür. Onun idealizmi, zaman zaman kahramanca, zaman zamansa biraz naif görünüyor. Fakat işte tam da bu "ısrar" aslında filmi anlamlı kılıyor: İnsan, kendi doğrularından ödün vermeden yaşayabilir mi? Ve ödün vermezse bunun bedeli ne olur? 

Hani hep nerelisiniz diye sorarlar ya ben sevda köylüyüm... orası neresi derseniz anlatması uzun hikaye. bir film kadar uzun, birkaç hayat kadar kısa...

"Uzun Hikaye" de benim için öyle bir film oldu. Bu hikayede, bir baba ve oğlun yolculuğu anlatılıyor. Ama ben izlerken, kendi içimde yıllardır yarım kalmış bir hikayeye de geri döndüm..

Benim için film, sadece baba-oğul hikayesi değil; aynı zamanda kendi hayatıma ayna tutan bir eser oldu. Babamı erken kaybettim. O hayattayken hayatı çok basit, çok kolay sanırdım. Meğer o, benim yürüdüğüm yolda bütün engelleri tek tek temizlemiş. Benim önüme hayat pürüzsüz gelsin diye, kendi omuzlarına yüklenmiş. Ben rahatça adım atabileyim diye görünmez bir emek vermiş. Onu kaybettikten sonra fark ettim ki; aslında hayat hiç de kolay değilmiş. Bu farkındalıkla birlikte sevgim ve saygım binlerce kat arttı, ama özlemim de ağır bir duygu yüküyle üzerime çöktü. Seni çok özlüyorum baba! Sana layık bir hayat yaşayıp yanına geleceğim...

"Uzun Hikaye"yi izlerken işte bu duygular yeniden canlandı. Çünkü filmdeki baba figürü de aynıydı: O da oğlunun geleceği için, sürekli mücadele eden, gerektiğinde köklerinden kopmayı göze alan bir figür. Sadece oğluna değil oğlunun çevresinde bulunabilecek herkese sevgisini veren ve onların da hayatını kolaylaştıran bir figür izledim. Oğluna sadece yaşam alanı değil, bir değerler bütünü de bırakıyor. Onun adalet arayışı bana çok şey hatırlattı; sessizce, fedakarca, ama dimdik duran bir adamı… Sosyalist duygularımı kabartan bir film izledim. Bir baba figürü ki kendisi yaşarken oğluna daha düzgün bir dünya bırakmak için sadece oğluna değil, kendisi öldükten sonra oğlunun daha iyi bir dünyada yaşaması için savaşan bir figür izledim. Benim yaşamım boyunca değer verdiğim fikirleri bir filmde görmek çok ağır geldi acaba yanlış yolda mıyım diye düşündürdü.. Umarım izlediğiniz de sizde daha hoş duygular bırakır.

image.png 1.65 MB
Baba ve oğulun sürekli bir yerden bir yere taşınması, aslında sadece bir göç hikayesi değil. Hayatın kendisi de böyle değil mi? İnsan sürekli yer değiştiriyor: şehirler, duygular, insanlar… Ve her yeni durakta biraz daha büyüyor, biraz daha öğreniyor.

Çocuğun gözünden anlatılan bu yolculuk, masalsı bir tat bırakıyor. O bakış açısı bana kendi çocukluğumu hatırlattı. Bir çocuğun gözünde baba, yol gösteren bir pusula gibidir. 

Filmde çocuğun ağzından aktarılan sözler çok ağır ama gerçek: 

"Eğer uslu durursan her şeyin yoluna gireceği söylenerek büyütülen çocukların, hayatı boyunca kaybettiklerini, sanırım ilk kez o gün anlamıştım ve Babamı ilk kez o gün ağlarken görmüştüm..."

Sonuçta "Uzun Hikaye", bana sadece geçmişi hatırlatmadı; bugün'ümü de anlamlandırdı. Hayatta bazı sevgiler var ki, insanın omuzlarına yük değil, kanat oluyor. Babam bana bu sevgiyi öğretmişti. Şimdi ben de kendi hikayemi, bu sevgiyi taşıyarak yazmaya çalışıyorum.. Ve biliyorum ki, her "uzun hikaye"nin içinde, aslında birinin sessiz emeği ve bir çocuğun hiç bitmeyen özlemi var. 

Hani bana haksızlıklara göğüs germenin tek yolu kanunla olur demiştin hatırlıyor musun? Her şey gibi sevdanın da bir kuralı var. 
Ve orada şöyle yazar; "Sevenleri hiç bir kuvvet ayıramaz"
"Ölüm bile mi?"
"Ölüm bile..


"Sonunda geriye ne kalıyor? Babasının direnci mi, yoksa çocuğun hafızasında yer eden anılar mı? Belki de ikisi birden… Çünkü insan dediğimiz şey, biraz hatırladıkları, biraz da hatırlamak istediklerinden ibaret. 

Kendime Notlar

  • Hayat kolay değil; kolay görünen her şeyin ardında görünmez bir emek var.
  • Sevmek, insana yük değil; doğru kişiye denk geldiğinde kanat olur.
  • Babamdan öğrendiğim sevgiyi, korkusuzca taşıyabilmek benim en büyük yolculuğum.
  • "Uzun Hikaye" bana yaşamın anlamını hatırlattı.


Film bende hem hüzünlü bir tat hem de içten bir sıcaklık bıraktı. Hani bazı filmler vardır, bitince bir an sessiz kalmak istersin… Bu film de onlardan biri. Arkadaşlığı, dürüstlüğü, samimiyeti, romantizmi insanın yüzüne tokat gibi çarpıyor. Saflığın, çaresizliğin, umudun, ayrılığın ve sevginin ne olduğunu merak edenler için. Bu toprağın insanlarına, onların küçük yaşamlarına, hikayelerine, dertlerine, akıllarının işleyiş biçimine, kalplerinin nasıl sevdiğine, kinlendiğine, vicdanlarının nasıl olup da vefayla dolu olduğuna veya ruhlarının nasıl öfke duyduğuna, insanlarının mesafesizliğine birazcık aşinaysanız, meraklıysanız ya da seviyorsanız mutlaka izleyin. Değilseniz yine izleyin, bi tanışın, eminim seversiniz. Hem hüzünlendiren hem de mutlu eden. Kısacası insana çok şey hatırlatan bir hikayenin gayet güzel bir şekilde beyaz perdeye yansıması gibi. Aslında gibisi fazla, aynen öyle. aşk nedir? ya da, hani vardır ya meşhur atasözümüz; "iki gönül bir olunca samanlık seyran olur" diye. İşte günümüzde imkansız olan bu ata sözünün gerçekleşmiş ve en saf halini görmek için bile izleyin. Bu duyguyu bende en son yaşatan ve vücuduma kazıdığım sözlerin geçtiği, hayatımın en önemli filmi dediğim "It's a wonderful life" filmiyle aynı etkiyi alacağımı düşünmezdim. Tamam bırakıyorum yazmayı ne beynim, ne kalbim, ne de enerjim kaldı...


Gallery

Comments