- Seni terk ediyorum!
+ Terk mi ediyorsun?
- Evet, terk ediyorum. Beni tekrar kazanmak için akşama kadar vaktin var. Seni her sabah terk edeceğim... <3
Fanfan 1993
"Bazen aşkın en büyük düşmanı, fazla kolay elde edilmesidir. O yüzden insanlar, kendi mutluluklarının önüne türlü engeller koyar".
İnsan, ulaşamadığı şeyin büyüsünü sonsuza dek içinde taşır. Ulaşamadığı şeyin hayaliyle yaşar ve çoğu zaman hayalini kaybetmemek için gerçeğe hiç dokunmaz. İşte bu yüzden, bazıları hayatı boyunca mutluluğunu erteler.
Fanfan, aslında tam olarak böyle bir hikaye. Alexandre evlenmek üzereyken hayatına giren Fanfan, aslında onun kalbindeki büyük korkunun bir yansımasıdır. Aşkın gerçekleştiği an bitmesinden korkmak.. Alexandre’a göre aşk, sadece ertelendiği sürece ölümsüzdür. Bu yüzden sevgisini sürekli oyuna çevirir, hayali diri tutmak için gerçeği erteler. Ama işte tam da burada, film bir masal olmaktan çıkıp sert bir hayat dersi fısıldar: Ertelediğin her mutluluk, aslında kaybettiğin bir mutluluktur. Bu film, sıradan bir romantik komedi değil; aşkın kendisini sürekli erteleme, geciktirme, hayal etme hali üzerine kurulmuş bir oyun. Çünkü Alexandre’a göre aşk, gerçekleştiği an büyüsünü kaybediyor; ancak ertelendikçe canlı kalıyor.
Leos Carax’ın karanlık Paris’inden çıkıp, Alexandre Jardin’in Fanfan dünyasına adım attığında insan bambaşka bir atmosfer buluyor. Burada aşk, acıyla değil; oyunla, kaçışlarla, ertelemelerle yaşanıyor. Alexandre'nın karşısına çıkan Fanfan, aslında onun hayatındaki tüm ezberi bozuyor. Çünkü Fanfan, sıradan bir aşkın değil, sonsuza kadar taze kalacak bir hayalin temsilcisi.
Bu filmi "hafif, romantik bir masal" diye küçümseyenler var. Oysa alt metin, çok daha derin: Bizler, çoğu zaman mutluluğumuzu kendimizden çalarız. Aşkı sürekli yarına saklarız. Çünkü bugünde yaşarsak, o büyünün biteceğini sanırız ve çoğu zaman kendi ellerimizle mutluluğumuzun önüne engeller koyarız. Çünkü mutluluk kırılgandır. Onu yaşadığımız an yitirmekten korkarız. Böylece hayatı hep "yarına" erteleriz. Film tam da bunu yüzümüze vuruyor: Hayaliyle yetindiğimiz şeyler, bir gün elimizin altından kayıp gittiğinde geriye sadece pişmanlık kalıyor.
Fanfan’ı canlandıran Sophie Marceau, filmde adeta ışığın kendisi. Onun gülüşünde, bakışlarında, sözlerinde o kadar doğal bir büyü var ki, Alexandre’ın hayalini canlı tutmak için neden böylesine çırpındığını anlıyorsun. Gerard Philipe’in filmlerindeki gibi "ulaşılmaz ama hep yanında duran" bir kadın var karşımızda. Alexandre ise kendi kafasının içinde kurduğu oyuna esir olmuş bir adam.
Benim için en çarpıcı sahnelerden biri, Alexandre’ın Fanfan’a aşkını yaşamak yerine sürekli "ötelemek" istemesi oldu. Bu bana şunu düşündürdü: Hayat, sadece hayalini kurduğumuz şeylerden ibaret değil. Eğer cesaret edip içine girmezsek, aşk dediğimiz şey hayalin ötesine asla geçemez. Biz ise bir ömür boyu tatmadığımız bir mutluluğun hayalini avuçlarımızda sıkı sıkı tutarız. Alexandre ile arasındaki kimya, seyirciye "gerçek aşk burada" dedirtiyor, ama işte mesele tam da bu. Karakterler aşkı erteliyor, hayal ettikleri kadarına yetiniyorlar. Bir tür “sonsuz flört” hali…
Filmin en vurucu yanı şu. Aşkı yaşamak ile aşkı korumak arasında bir seçim yapmaya zorluyor insanı. Çünkü yaşarsan kırılır, biter; ama yaşamazsan da hiç başlamaz. İşte hayat tam da bu ikilemden ibaret. İnsan ya cesaret edip kaybetmeyi göze alır, ya da sonsuza kadar “keşke”lerle yaşar. Filmdeki renkli ve masalsı atmosfer, aslında bir yanılsama. Gerçek şu ki, aşkı erteleyerek koruyamazsın. Çünkü aşk, yaşandığı an gerçektir. Ertelenmiş aşk, sadece bir hayaldir. Fanfan, işte bu gerilimi bize gösteriyor: Hayal mi değerli, yoksa yaşamak mı?
Kendime Notlar:
- Aşk, gerçekleştiği an büyüsünü kaybetmez; ama biz kaybettiğini sanarak kaçırırız.
- Ertelemek bazen tutkuyu canlı tutar, bazen de aşkın kendisini öldürür.
- Mutluluğu hep "yarına" saklamak, insanın kendine yaptığı en büyük haksızlık.
- İnsan, ya cesaret edip kırılır ya da korkup hiç yaşamaz. Her ikisi de acıtır ama birincisi insana "yaşadığını" hissettirir.
Fanfan, bana şunu hatırlattı. Mutluluk, ertelenmez. Onu geleceğe sakladıkça, aslında bugünü kaybediyoruz. İnsan, aşkı sürekli "yarına" bırakarak ömrünü tüketebilir. Oysa aşk, tam da şimdi yaşandığında gerçektir. Ve hayaller güzel olsa da, hiçbir zaman gerçek bir sarılmanın, gerçek bir dokunuşun yerini tutmaz. Hayat, ertelediklerin değil, yaşadıklarınla ölçülür. Aşk… yaşandığı an kırılabilir, bitebilir, acıtabilir. Ama bütün bunlara rağmen, sadece yaşandığında var olur. Aksi halde bir ömür boyu hayalin gölgesinde yaşar, aslında hiç yaşamamış olursun...
Kimi vedalar kelimelerle değil, sessizlikle yazılır. Güven kırıldığında mesafe koyulur ama kalpte kalan duygular kolay kolay silinmez. Her hikayenin bir sonu vardır; kimi zaman güvenle başlar, kırgınlıkla biter. Ama hatırladığımızda, ardında yine de iz bırakan şey sevgidir. Bu satırlar da öyle bir hatıra olarak burada dursun. Hoşçakalın..