Kağan

Geri

Cinema Paradiso (1988)

Blog 20 Ağustos 2025

Alfredo: ”Bir zamanlar krallığın birinde bir kral, güzel prensesi için bir ziyafet düzenler. Kapıda bekleyen asker kralın kızını görür. Prenses çok güzeldir. ve asker daha o an aşık olur ona. Fakat basit bir kapı görevlisinin kralın kızıyla ne işi olabilir? Yine de en sonunda ona ulaşır ve onsuz hayatının bir anlamı olmadığını söyler. Prenses askerin aşkından o kadar etkilenir ki, eğer balkonumun altında 100 gün 100 gece beklersen senin olacağım, der. Bunun üzerine asker gider, birinci gün, ikinci, üçüncü, yirminci gün… Her gece prenses dışarı bakar, asker yerinden bile kımıldamıyordur. Yağmurda, rüzgarda, karda hep oradadır. 90. Günün sonunda zayıf ve solgun bir haldedir. Gözlerinden akan yaşları tutamaz. Uykusuzluğa dayanacak hali kalmamıştır. Ve tüm o günler boyunca prenses onu öylece seyreder. Nihayet 99. günün akşamında asker ayağa kalkar, sandalyesini alır… Ve gider.”
Salvatore: Ne? Tam sonuna gelmişken mi?
Alfredo: ”Evet, tam sonunda. Ve ne anlama geldiğini bana sorma. Bilmiyorum. Anladığın zaman sen bana söylersin..”
Cinema Paradiso (1988)

16-06-2016 

Yıllar sonra tekrar izlemek.. (20-08-2025):

İtalyan sineması deyince aklımıza Fellini’nin o masalsı sahneleri, Visconti’nin ağır melodramları, De Sica’nın gerçekçi dünyası gelir. Giuseppe Tornatore ise bambaşka bir şey yaptı. Sinemayı sadece bir sanat dalı değil, çocukluk anılarımızın, aşklarımızın, dostluklarımızın şahidi haline getirdi. 

Cinema Paradiso, aslında bir sinema filmi değil; bir hatırlatma. Hayatın acımasız olduğunu, zamanın hiç kimseyi beklemediğini, sevginin bazen tutmak değil bırakmak olduğunu hatırlatıyor. 

Bu filmi anlamamak, kendi çocukluğunu inkar etmek gibidir. Çünkü hepimizin hayatında küçük bir Paradiso vardır: mahalle arası bir açık hava sineması, yazlık bir balkon, kışın sobanın yanında ailece izlenen siyah beyaz filmler… Bunlar olmadan büyüyenlerin bu filme yabancı kalması normal. Ama bana sorarsanız, kendi kalbini unutan insan, sinemadan da bir şey anlamaz. Oysa biz duygularımızı kaybettikçe insanlığımızı da kaybediyoruz. Bu film, belki de son kalan kırıntıları hatırlatıyor bize. O yüzden bu filmi sevmeyenler bana hep duygularını çoktan gömmüş insanlar gibi geliyor. 

Alfredo’yu oynayan Philippe Noiret, filmi sırtlayan en büyük güçlerden biri. Onun yüzündeki yorgunluk, sesindeki ağırbaşlılık ve gözlerindeki şefkat, kelimelerden çok daha fazla şey anlatıyor. Daha önce Il Postino’da da aynı etkiyi bırakmıştı bende; şiirin basit bir postacının kalbinde nasıl yankı bulduğunu orada hissettirmişti. Burada ise sinemanın, babasız bir çocuğun kaderinde nasıl bir yol göstericiye dönüşebileceğini hissettiriyor. Noiret’in oyunculuğu, insanın içini acıtan ama aynı anda umut da veren bir ağırlık taşıyor. 

Noiret’in oyunculuğu bana hep şunu düşündürüyor: Bazı aktörler sadece rol yapmaz, seni kendi hayatına çağırır. Onu seyrederken aslında bir karakteri değil, insan ruhunun en sahici halini görüyorsun. Alfredo olmasa Cinema Paradiso sadece nostaljik bir film olurdu..

Ve final… yıllarca biriktirilen, kesilip atılan öpüşme sahneleri… Aslında hepimizin kalbinde böyle yasaklı, yarım kalmış sahneler var. Söyleyemediğimiz cümleler, yarıda kalan vedalar, asla yaşanamayacak anılar… Alfredo’nun Toto’ya bıraktığı kasette aslında hepimize bir şey söylüyor: “Hayat, eksik yaşanır. Ama o eksiklik de seni sen yapar.”

Sonunda ne kaldı bana?

  • Hayatın en büyük trajedisi, hatırladıklarınla yaşlanmak.
  • Bazen en büyük iyilik, en acımasız ayrılığın arkasına gizleniyor.
  • Sinema, sadece bir eğlence değil; geçmişini unutmaman için bir hafıza odası.

Bittiğinde insanı hem hüzünle hem umutla dolduran nadir filmlerden biri. 

Gallery

Comments