Her dilin kendine özgü suskunluğu vardır diye fısıldıyor o adam, bir kadın karanlığın içinde sessizce kaybettiği dili arıyor, bulursa ne mi yapacak?
Susacak...
"bütün endişelerimiz ihanete uğramış.. düşlerimiz, bu anlaşılmaz vahşet, kaybolan şeyler için duyduğumuz korku ve dünyevi koşullarımızın acı dolu ağırlığı yavaş yavaş dünya dışı bir umudu olarak kristalize oluyor. İnanç ve şüphelerimiz karanlığa karşı sesiz bir çığlık ve sessizlik, farkedilmişliğimizin en müthiş kanıtı.."
"maskelerinizi kuşanıp yalanlarınızı çoğaltın.
hepiniz mezarısınız kendinizin."
"ele geçirilmek, eksiltilmek ve hatta yok edilmek... her kelime yalan, her jest sahte. her gülümseme, yalnızca bir yüz hareketi."
Rivayete göre; 1965’te bir iç kulak enfeksiyonu geçiren Bergman, sürekli olarak, hatta uyurken bile baş dönmesi yaşarmış. başında bir bantla haftalarca yatağa bağlandıktan sonra, doktorunun tavana boyadığı bir noktaya bakarak baş dönmesi önlenmeye çalışılmış ama her bakışta oda dönüyormuş hissine kapılır. Bergman tavandaki noktaya konsantre olarak iki yüzün birbirine karıştığını hayal etmeye çalışır ve bu ona biraz olsun yardımcı olur. iyileştikten sonra pencereden dışarı bakar ve bankta oturan hemşire ve hastayı görür. Bergman’ın başyapıtı Persona işte bu hasta-hemşire ikiliği ve birbirine karışan yüzler üzerinde temellenir.
Bu film bir şiir'dir. Minimalizmin kendisidir. Ingmar Bergman'ın 85 dakika gibi kısa bir sürede bir araya getirdiği bu replikleri ve detaylarıyla çektiği bir şiir. üzerinde 50 yıl boyunca sürekli fikir üretilecek, yalnızca sinema alanında değil, psikolojiden edebiyata birçok çalışma alanında da mercek altına alınabilecek bir eser yaratmış oluyor.
Psikoanalitik açıdan ilgilenenler için şu linki önerip onları kovuyorum;
http://gorgondergisi.org/carl-gustav-jung-ve-analitik.../
persona"yı, yalnızca görselliği ile değil, metni ile de bir edebiyat eseriymiş gibi ele almak son derece mümkün. Bunun için senaryonun bir kopyasını ele alıp, zihni filmin görüntülerinden soyutlayıp, yalnızca kelimelerin kendi bağlamları içinde ifade ettikleriyle yetinmek yeterli.
Bu film için Bergman nelerini vermiştir diye düşünmeden edemiyorum. Filmdeki imgeler, o rollerin hiç çaktırmadan değişmesi ve siz anladığınız zaman kendinizi aptalmış gibi hissetmeniz, iki kadının karşılıklı oturduğu sahnede ise aynayı tutan Alma. Burada aynı konuşma yapılırken önce Elisabet'i sonra da Alma'yı izliyoruz. Bergman bu sahne için "anlattığınız hikaye dinlediğiniz hikaye ile aynı değildir" şeklinde bir şey söylemiş.
Bir sanat eserinden ve en önemlisi sinemadan şahsen benim beklediğim şey düşündürüyor olması, insanın bir mesele üstünde kafa yormasını sağlamasıdır. Bu film tam olarak bunu yapıyor. Aslında yalnız yada gerçekten sizinle ortak akla, duyguya sahip olduğunuz tartışabileceğiniz kimselerle izlemelisiniz.
"persona sözcüğü, tiyatro oyuncularının çeşitli rolleri canlandırırken taktıkları maske anlamına gelir. Analitik psikolojide bu sözcük, insanın kendisi olmayan bir karakteri yaşaması anlamına gelir. Toplumun onayını sağlamak için insanın dış dünyaya karşı taktığı maske ya da takındığı kimliktir."
Carl Jung'un teorisine göre kişiliğin dünyaya adapte olma şeklidir persona. kelimenin özü bahsedildiği gibi tiyatroda aktörlerin kullandıkları maskelerden gelir lakin bu maskenin sergilendiği yer insanlar için tiyatrolar değil toplumun ta kendisidir.
Jung, toplum içinde önemli başarılar kazanmış bir çok kişiyi klinikte izleme olanağı bulmuştu ve bu insanların nasıl boşluğa ve anlamsızlığa düştüklerini gözlemlemişti. Bu insanlar, tedaviye başladıktan sonra, o güne kadar kendilerini aldattıklarını ve gerçekten ilgilenmedikleri şeylerle ilgilenir görünmüş olduklarını fark etmişlerdi. Tedavinin bir amacı da, personayı söndürmek ve insanın gelişmemiş yönlerinin ortaya çıkmasına yardımcı olmaktır."
"Persona insanın yaşamını sürdürebilmesi için zorunludur. insanın çıkarlarını korumasına ve başarıya ulaşmasına yardımcı olur. Personanın yararlarının yanı sıra zararlı olabildiği durumlar da vardır. bir insan oynadığı role kendini çok kaptırır ve egosu yalnızca bu rolle özdeşleşirse, kişiliğin diğer bölümü bir yana itilir. Personanın bu denli egemenliğine girmiş olan kişi, kendine yabancılaşır ve aşırı gelişmiş personasıyla kişiliğinin az gelişmiş bölümleri arasındaki çatışmadan ötürü sürekli bir gerilim yaşar. egonun persona ile özdeşleşmesine “şişme” denir. Böyle bir insan rolünü çok başarılı oynaması sonucu, kendine aşırı önem verir. bu rolü diğer insanlara da yansıtır ve onların da aynı rolü oynamasını ister. otorite durumuna geldiğinde kendisiyle birlikte çalışanları bunaltır, ana ya da baba olduğunda çocuklarından çok fazla şey bekleyerek onların ruh sağlığının bozulmasına neden olur. yasa ve gelenekler “grup personası”nı simgeler. bireyin kişisel ihtiyaçlarını bir yana iterek, tüm grup üyelerini belirli normlara uygun ve birbirine benzer biçimde davranmaya zorlar."
Persona insanlardan aldığımız tepkilere göre şekillenir. hemen hemen herkes toplum tarafından onure edilmiş yönlerini ortaya çıkarır veya toplum tarafından olumlu olarak nitelendirilmiş olgulara ulaşmaya çalışır. ama bu çabalarımız sadece belirli süreçlerde geçici olarak başarılabilir. toplum üzerindeki rolllerimiz değiştikçe bizler de karakterimizde değişimler gösteririz. mesela emekli olunduğunda iş odaklı şekillenen persona'nın artık kişiliğimiz üstünde hiçbir işlevi olmaz. erken kalkmaya çabala ya da iş dilini kullanma gibi bir uğraş içine girmeyiz ya da işteki gibi davranmayı bırakırız. işte kimi bireyler bu durumda bu ikinci kişiliklerine bağlılıklarının ne denli fazla olup olmadığını keşfedebilirler. mesela bazı yaşlıları emekli olunca dünyayı gezme hobilerine yönelme istediklerini yapma eğilimine girerken bazıları ise tamamen işini özleyen agresif bireyler olurlar hatta bu duruma katlanamadıkları için çalışmaya devam edebilirler.
ama asıl sorun ve benim kafamı da hayli kurcalayan insanlar bu yönleriyle ne kadar mutlular ya da ne kadarı onların gerçekten mutluluğunu neden oluyor ya da bunu bir mutluluk ve tatmin kaynağı olarak görmek doğru mudur? bu noktada işte galiba daha çok okumak gerek öğrenilecek çok şey var demek devreye giriyor..
Ingmar Bergman / Persona 1966
Livv ❤